Baştan sona kadar grinin hakim olduğu, post apokaliptik, soğuğun iliklerinize kadar işlediği, yanık
dökük ve paslanmış bir dünyada bir baba bir oğulun yaşama mücadelesi: the road
Bütün kıyamet filmlerinde olduğu gibi burada da Tanrı
insanlara sırtını dönmüş ve kendi haline bırakmıştır. Şayet öyle olmasaydı
insanlık bunları yaşamazdı, oysa yine aynı insanlar farklı durumlarda Tanrı
iradesine karşı çıktığı gibi insan iradesinin ulvileştirilmesinde hiç sakınca
görmezler. Aynen Kuran’da denildiği gibi yoklukta Allah’a sığınıp dua edenler,
bollukta ve zenginlikte yoldan çıkıp sahip olduklarını verenin Allah olduğunu hemen
unutuverirler.
Konumuza dönecek olursak, çöküşe nasıl gelinmiştir, ne
olmuştur da insanlık çökme aşamasına gelmiştir uzun uzun anlatılmaz. Eski
günlere dönülür ama onda da yıkımın nereden başladığı vurgulanmaz. Sadece şunu
öğreniriz. Yıkım bir gün başlar ve yavaş yavaş kahramanımız ve hamile eşi
intihar ile yaşam savaşında karşılıklı çarpışırlar. Erkek ne kadar uğraşırsa
uğraşsın kadın bu savaşı devam ettiremez.
Baba neden hep umut doludur? Ve anne neden bu kadar umutsuz…
Umuda tapar baba. Yokluğun, yamyamlığın, vahşetin,
acımasızlığın ortasında eski dünyadan getirdiği çakmağıyla- ateştir ve az da
olsa bir aydınlık sağlar, çünkü çakmağa sahip olmak iyi insan olmaktır aynı
zamanda, yamyam olmamaktır, kötü olmamak ve karanlığa saplanmamak- ve oğluyla
saklanabildikleri kadar saklanıp sonunda eşinin hatıralarıyla ayrılabildiğinde
güneye yolculuğa çıkar. Başına ne gelirse gelsin, tek umudu, oğlunu sağ salim
sahile ulaştırabilmektir.
Filmi özetlersek, aksiyon yoktur, görsel efektler de, geniş
kadrosu olmadığı için diyaloglar da azdır ama doğallık vardır, baba-oğul
sıcaklığı, anne-baba yaşam mücadelesi, umut-umutsuzluk savaşı ve hakim gri
tonda sizi kuşatan bir kış sabahı hüznü vardır.
Kıyamet sonrası filmler kategorisinde kendisini farklı bir
yere koyacak bir film: the road