mısır kaşifi - arthur phillips



 Roman, 1. dünya savaşı sırasında Mısır'da kral atum-hadu meazarını bulmaya çalışan bir arkeoloğun başından geçenleri mektup ve günlükler aracılığıyla bize anlatmaya çalışıyor. Eygptolog Ralp Trilipush'un Mısır'ın gizemli krallarından atum-hadu'ya ait olduğunu düşündüğü yazmalardan yola çıkarak bulmaya çalıştığı mezar ve bu esnada başından geçenler, gizemli bir hayat hikayesinin peşindeki dedektifle iyice birbirine giriyor.


Kitap bittiğinde mezarı, kralı, sevgilileri, dedektifi ve ölüleri artık dert etmiyor, gizemi çözüyorsunuz.


Ralp Trilipush elindeki kısıtlı imkanlarla dipsiz bir kuyuyu kazmaya başlarken, kuyunun dipsiz olduğunu sonradan öğreniyorsunuz. O bütün inadıyla bıkmadan mezara ulaştığında, onun gibi siz de önce bir hayal kırıklığı sonra yavaş yavaş açılan her bir yeni odayla yeni bir gizeme yolculuğa başlıyorsunuz. Daha önceki kral mezarları gibi bir yapılanma olmadığı gibi duvarlara resmedilmiş gravürlerle de atum-hadu'nun gizli kalmış tarihinde kendinizi buluveriyorsunuz. Kralın doğuşu, çocukluğu, gençliği, savaşları, kral olması, kehanetler, tekrar savaşlar ve çöküş... Bütün bunları okurken romanın belki de tek falsosu diyelim, artı onsekiz ifadeleriyle okur kitlesini daraltıyor olması.

Bütün bunları sadece Ralp'in günlükleriyle sevgilisi Margaret'e gönderdiği ve aldığı mektuplarla öğrenmiyoruz ayrıca daha sonra olaya dahil olmuş ki anlatıcılardan birisi de olan dedektif Ferrel'in Macy adındaki kişiye gönderdiği mektuplarla da öğreniyoruz. Avustralya'da kendi halinde bir dedektifken, büyük bir bira firması sahibinin ölümüne yakın bilmediği çocuklarının bulunması vasiyetiyle ona iş verilmesi ve bu uğurda düştüğü yollarda İngiltere, Amerika ve Mısır'da sonlanan yolculuğunda yolu Ralp'le kesişiyor ki belki de olayların bu kadar karmaşıklaşmasının tek sebebi de bu dedektif oluyor.

Romanla birlikte Mısır'a ilginiz birazcık daha artabiliyorken, istemsiz bir şekilde Mısır belgeseli izlemeye de başlayabiliyorsunuz. Artı on sekiz ibareleri gereksiz bulmakla birlikte bir arkeoloğun gecesi ve gündüzünü resmen yaşamanıza sebep olacak anlatımla olayları sanki birebir yaşıyorsunuz. Hayal kırıkları ve mutluluklar aynı şekilde size yansıyabiliyor. Şans ve şanssızlık, aldatma ve ihanet, hüzün ve mutsuzluk bir bütünmüş gibi ellerinizde kalıveriyor.

Sizi bilmiyorum ama duygusal bir toplumuz ve değişen paradigmalarımızın eşiği sanırım bu yüzden çok düşük. Aradan otuz yıl geçmiş ve yaşlanmış bir dedektif, olayın kahramanlarından Margaret'in yeğeniyle mektuplaşırken huzurevinde kalan dedektife üzülüyorsunuz - ama dediğim gibi değişen paradigmalar romanın sonunda sizi allak bullak etmeye yetiyor da artıyor bile. Hatta yetmiyor üzüntünüze bile üzülüyorsunuz.