snowpiercer




                                                                   Yıl 2031…




Çok üst seviyelere çıkmış olan küresel ısınmayı mevsim normallerine düşürmek için atmosferin üst tabakalarına CW-7 adlı bir gaz salınır. Ancak bu gaz hava sıcaklığını tahmin edilenin çok daha altına düşürerek tüm dünyayı buzul çağına geri götürür ve sadece yüzlerce vagonlu özel yapım bir trene binerek kurtulmayı başaranlar dışında tüm insanlık donarak yok olur.

Wilford firmasının özel olarak oluşturduğu bu tren hiç durmadan dünyanın etrafını dolaşarak müşterilerine konforlu ve güvenli bir sığınak oluşturur. Tabi dünyanın düzeni burada da yerini alır ve toplumsal bir tabakalaşmada herkes bir yerlere savrulur. Zayıf güçsüzler trenin arkasında; zengin güçlüler için sadece bir çark görevi görür –her zaman olduğu gibi bu da kaba güçle olacaktır.  En öndekiler trenin bütün nimetlerinden faydalanırken (yüzme havuzu, disko, sauna, restorantlar, eğitim, özel yaşam alanları vs.), en arkadakiler ise sadece ranzalarda yatmak ve protein kalıplarını yemek hakkına sahiptirler, kendi vagonlarından ileriye geçemedikleri gibi (farklı sınıflara ait vagonlar birbirinden çelik kapılarla ayrılmaktadırlar) sık sık da trenin askerlerinin saldırısına maruz kalmaktadırlar. Arka vagondakiler trene ilk bindiklerinde onlara yiyecek verilmemiş, onlar da sahip oldukları stokları tükettikten sonra açlıktan içlerindeki en zayıflarını yemeye başlamışlardır. Ta ki içlerinden Gilliam diye birisi çıkıp da buna dur diyene kadar. Öyle ki bu uğurda kolunu bile feda etmiştir. Neyse ki bu aşamadan sonra -küresel felaketten önce -treni yapıp dünyadaki tüm demiryollarını birbirine bağlayan ve lokomotifi yani "Kutsal Makine"yi kontrol eden/yöneten Wilford onlara yemeleri için protein kalıplarını dağıtmaya başlamıştır da trenin arkasındaki güruh birbirini yemekten vazgeçmiştir.

Bütün olanlara rağmen trenin arkasındaki insanlar trenden kaçmak için uğraşsalar da hep hüsrana uğrarlar. Ama yılmayacaktırlar da…

17 yaşında trene binen ve 17 yıldır da arka vagonlarda yolculuk ederek yaşayan Curtis de, ihtiyar Gilliam'dan aldığı feyzle ve ön vagonlardan gelen gizli mesajlarla lokomotifi ele geçirip trene hakim olmak ve bu tabakalaşmaya son vermek için bir isyan başlatır ve lokomotife doğru ilerlemeye koyulur. Her açılan kapıyla yeni bir heyecan başlar ve merakla bunun nereye varacağını düşünmeye başlarsınız. Özellikle filmin ilk birinci saatinin oldukça karanlıkken ikinci saatiyle başlayan aydınlık gözlerden kaçmaz. Yine de ilk bir saatin daha etkili olduğunu söyleyebilirim.

Curtis ve adamlarının bu ilerleyişi bile, bilgisayar oyunlarındaki level atlanmasında karşımıza çıkan şekildedir: her yeni vagon kapısı açılışında hep daha fazlasıyla karşılaşırlar. Her yeni seviyede kendi sefil halleriyle o parlak ve zengin insanlar arasında göze batarlar; kendileri böceklerden yapılan protein kalıpları yerken ön vagondakilerin her türlü balık ve et ihtiyaçlarının karşılandığını görürler. Tabi her aşamada onlara engel olmaya ve yok etmeye çalışan tren askerleri de karşılarına çıkar.

Bu açıdan bakıldığında ilerleyişin bir bilgisayar oyunu gibi olduğunu da belirtebiliriz. En üst seviye oyuncu olup, ödülü kazanmak için en ileriye gitmek gereklidir.

Verilen tüm kayıplara rağmen lokomotife Curtis, ona kapıları açan Namgoong Minsu ve onun kızı Yona ulaşırlar, ancak lokomotifin kapısı sadece Curtis'e açılır.

Ve Curtis burada "Kutsal Makine"nin sahibi Wilford'la tanışır. O ana kadar kafanızda soru işareti olarak kalan Wilford’la tanışmış olursunuz. Acaba gerçekte yok da var olduğu izlenimi mi verilmek isteniyor fikri artık sona erer ve ömrünün son demlerine gelmiş, trenin asıl sahibiyle karşılaşırsınız.
Karşılaşmayla birlikte büyük bir hayal kırıklığı başlar oysa Gilliam, Curtis’e Wilford’a inanmaması gerektiği yönünde telkinlerde bulunmuştur ama bu o kadar da kolay olmayacaktır.

Aslında, yer yer Nuhun Gemisi imajı çizen filmde bence asıl anlatılmak istenen -masum olmayan -Tanrının öldürülmesi; izlerken kızdığımız birçok kısmın aslında onu belirleyen Wilford tarafından denge için oluşturulması ve onun uzantısında bizi Yaratıcıya götürmesidir. Kendisine şans verilmeyen yoksul topluluklar gibi doğuştan şanslı zengin topluluklar sadece bir yerde eşitlenirler: İsyan’da! Wilforda’un tabiriyle trenindeki düzeni sağlamak için göndermiş olduğu gizli peygamberi Curtis yine özgür iradesiyle Wilford’a yani Tanrısına karşı gelerek ölümü pahasına düzeni değiştirebilmiş ve insan topluluklarına yeni bir yaşam sunabilmiştir. İmge ve simgelerden seyirlik bir filme geçtiğinizde oldukça keyifli bir film olmakla birlikte alt metinler için aynısını söyleyemeyebilirim. Ama şunu da söyleyebilirim ki son dönemde izlediğim en iyi filmlerden!