the fall


            Bazı filmler vardır, konusundan tutunda oyunculuğa ve efektlere kadar sizi doyurur, inanılmaz bir keyif alırsınız, oysa bunun gibi filmler basittir, ne öyle ahım şahım bir senaryo ne de inanılmaz bütçeler ve ne de öyle görsel efektler içerir, sadece size masumiyet vaat eder. Ufacık bir kız çocuğunun gözüyle yetişkinlere masalsı bir hayal dünyası açılır ve belirli bir aralıkta oturur masal izlersiniz.


             Tarsem Singh’in ülke ülke gezerek zihninde oluşturduğu o muhteşem  tabloların birleşimi bir film The Fall.

              Filme gelirsek, Roy Walker dublördür ve hayatını hiçe sayarak oynadığı filmlerden birinde düşer ve sandalyeye mahkum olur. Aşık olduğu kadını ise zengin aktör Sinclair’e kaptırmış ve haliyle yaşaması için hiçbir sebep kalmamıştır. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın aklından ölme isteğini kovamaz. Tesadüfen karşılaştığı küçük Alaxandre’ye anlattığı hikayeler karşılığı bir kutu ilacı aldırtabilirse amacına ulaşabilecektir ama bu biraz zaman alır.

               Her ne kadar Roy için zaman alsa da isteği, tam tersidir hikayelerinde, zaman yoktur  mekan da… Hikaye kötü valiyle mücadele eden altı kişinin intikam mücadelesidir: Hayatlarını kabusa çeviren validen, intikam için yemin eden kahramanlar zorlu bir mücadele içine gireceklerdir bu yüzden.



                   Koca yanaklı, sevimli mi sevimli bir kızın oyunculuğu için bile izlenir film. Herkes aynı keyfi alır mı bilmem ama ben oldukça keyif aldım filmden.