melancholia

Lars von Trier -oldukça- şahsına münhasır bir ağabeyimiz olarak sinema dünyasında yerini alır. Sinemada kullandığı dil, imge, göndermeler ve alt metin vurguları olarak izlenmesi de anlaşılması da zor bir yönetmendir. Şayet hiç bilgi sahibi olmadan filmlerini izlemeye kalkarsanız, dayanabileceğiniz maksimum süre on dakikayı aşmaz. Amerika sinemasının klişe, metalik, yüzeyel ve akıcı dilinin yerine kendine has üslubuyla sizi oldukça zorlar. Farklı tatlara açık bir bünyeniz varsa oldukça keyif alırsınız, şayet yoksa zaten o sizin için iyi bir yönetmen değildir, bir başkasına geçmek elzemdir.


Melancholia, Trier filmlerinin bir devamı olarak nihilist bir çizgide yer alıyor dersek yanlış olmaz sanırım. Siyahın oldukça baskın olduğu filmde, aile bağları, inanç, şirket portföyü, sonradan görme burjuva ahalisi, din ve bilim yerden yere vurulurken Gezegen'in gel-gitleri gibi kişi duygudurumları sürekli yer değiştirir. Öyle ki iki kısımdan oluşan filmde belki de en bariz görünen kısmı da burasıdır: iki kızkardeşin zamanla değişen birbirine zıt duygu karmaşaları...

Filmin ilk on dakikası, oldukça yavaş akarken, yönetmenin bilerek göndermede bulunduğu o kadar çok yer vardır ki, izlerken bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Fark edemeseniz de izledikten sonra film hakkındaki yorumları okurken denk geldiğinizde taşların yerine yavaş yavaş oturduğunu görmek filmin keyfini daha da artıran başka bir unsur. Bunun için filme başlamadan önce aşağıdaki linkten faydalanmanızı tavsiye ederim.

http://www.setamiri.com/2012/01/13/sonun-nasil-basladigiyla-ilgili-bir-film-melankoli/

Justine:


İlk on dakikanın ardından düğün sahnesiyle film başlar. Orman yolunda yolda kalan bir limuzinin ilerleyemeyişi sizi sıkarken, dahası düğüne geç kaldıklarında ve Justine'in düğün yerine Abraham adındaki atını sevmeye gitmesine hatta düğün boyunca konuşmamasına, annesinin ve onun pasta kesileceği esnada küvette keyif yapmalarına, patronuna saydırmasına, eşine bu işin olmayacağını söylediği zamana sinirlenmenizin arkasındaki temel atıf hatasını fark ettiğinizde kendinize hayıflanırsınız. Daha ilk başta Trier, orman yoluna uygun değil der limuzine ve çamura batmasını normal gösterir. Oysa bizim onun oradan kurtulacağına dair Amerikanvari inancımız geceyle birlikte sona erer. Justine'in patronu düğünde bile iş düşünür, kız kardeşi ve onun eşi düzenli, zengin ve tertiplidir, anne-baba ayrı ve her ikisi başka havadadır, ama tüm bunlara rağmen Justine'in depresif kişiliğinden kurtulup o nikahı bitirmesini bekleriz ki aslında Trier bunu daha baştan söylemiştir, yoluna uygun olmadığı müddetçe bu limuzin bile olsa işler istenilen şekilde yürümeyecektir.

Claire:


Bu evreden itibaren azıcık da olsa bir aksiyon başlar. Dünya'ya Melancholia adında bir gezegen çarpma ihtimali vardır ki bu Claire'in ailesini yavaştan korkutmaya başlar. Justine, ağır bir vaziyette kızkardeşinin kırsaldaki çiftliğine taşınır ama toparlanması hiç de kolay olmayacaktır. İlk başta akıllı, düzenli, sakin, soğukkanlı gördüğümüz çifti bu gezegenin korkusu sarmaya başlar. Claire'in eşi bir teleskop alır ve gökyüzünü, oğluyla beraber takibe başlar. Eşini teskin etmeye ve bu gezegenin dünyaya çarpmayacağına ikna etmeye çalışsa da o da aslında bu ihtimalin olabilirdliğinden çekinir. Gezegene dünyaya yaklaşıp da uzaklaştığında herkes derin bir nefes alır ki bu uzun sürmez. Gezegen uzaklaşmaya başladıktan bir müddet sonra dünyaya yaklaşmaya başlar. O zaman kadar depresif olan Justine herkesi sakinleştirmeye çalışırken bu sefer kendini kaybeden Claire olacaktır. O herkesi sakinleştiren eşi atların yanıbaşında intihar ettiğinde çocuğuna göğüs gerip dirayetli durmaya çalışsa da yine de bu işe yaramayacaktır. Justine "sihirli mağara" imgesiyle son sekansta bizi teskin ederken Melancholia'nın dünyaya çarpmasıyla dünya tamamen yok olacaktır.

Klasik Amerikan fimlerinde olduğu gibi kimse dünyaya çarpacak cismi durdurmaya çalışmaz, binlerce insanın toplandığını ve bir grup cesur kahramanı da görmeyiz, biz sadece dünyanın yok olmasını, ki buna sebep melankolidir, bir avuç insanın gözünden görürüz. Ve haliyle sonumuz mutlu da bitmez ki tekrar ilk on dakikaya dönersek Trier aslında bu filmin özetini yazarlara, ressamlara, yönetmenlere, müzisyenlere göndermede bulunduğu ilk on dakikalık slow-motion 'la anlatır.