magnolia


                   Öncelikle sizin gibi ben de aynı soruyla başladım filmi izlemeye: neden manolya? Film bittiğinde cevabımı aldım. Manolya, hem hassas ve kırılgan hem de birbirinden gösterişli yapraklara sahip bir çiçekti. Filmdeki birbirinden bağımsız ve aynı zamanda birbirine bağlı hikayalere bu yüzden benziyordu diyebiliriz.


                   Hakkındaki o kadar olumlu eleştirinin ardından süresinin üç saat olmasına çok da takılınmaması gerektiğini düşünüyorum. Zaten başladıktan sonra o üç saat nasıl geçiyor bilmiyorsunuz.

                   Film, gerçek hikayelerle başlıyor ve tevafuk denilen olaya bir girizgah yaptıktan sonra hikayesini anlatmaya başlıyor. Karşımıza ilk şüpheli hareketleriyle siyahi bir kadın takılıyor, o sayede o hayatlardan birisine konuk olacağımız yardımsever polisimiz sahneye çıkıyor. Ondan sonra babası tarafından taciz edilmiş eroinman bir kadın, bilgi yarışmalarına katılan dahi bir çocuk, kocasıyla sırf parası için evlenen depresif bir kadın, babasının terk ettiği ünlü bir şovmen, kansere yakalanan bir tv programcısı, hayatı boyunca insanları kullanıp atan ölmek üzere olan pişman bir baba…

                   Birbirinden farklı olsa da hikayeleri hepsi bir şekilde sona doğru bağlanıyor, öyle ki son sahnelere doğru manolya caddesinde kamera açılarıyla birbirilerinin yanlarından geçip birbirlerinden habersiz hayatlarına devam ediyorlar.

                   Dindar ve yardımsever polis, her gün tanrıya doğru kadını karşısına çıkarması için dua eder, çekingen ve belki de bu pasifliğiyle tanrının onu hep cezalandırdığını düşünür. Yalnızdır bazı insanlar, dayanamazlar bu duruma ama ellerinden de bir şey gelmez, elinden bir şey gelmez polisin de, ta ki şikayet edilen bir eve kontrol amacıyla gidip oradaki kadınla bir müddet konuştuğunda doğru kadının o olduğunu düşünene kadar, aslında o değildir ama siz bilirsiniz ki o polisin başka şansı yoktur.

                     Annesini göremeyiz hiçbir sahnede, sadece babası vardır. Bir de tv programı… En son ki programa kadar her şey normaldir. Ta ki çocuk yayın esnasında tuvalete gitmek isteyene kadar… Koordinatör biraz daha tutmasını söyler ama çocuk o kadar sıkışmıştır ki artık daha fazla dayanamaz ve bırakır. O ana kadarsa soruları bilen çocuk birden suskunlaşır ve karşı grubun soruları doğru yanıtlamasıyla kendi grubu geri düşer. Babası çıldırır. Onun tek derdi kazanılacak paradadır, çocuğunun hangi psikolojide olduğu çok da umurunda değildir zaten. O çocuk büyür ve normal de çok başarılı olması gerekirken, tam bir kaybeden olur. Herkese borçludur ve son işinden neredeyse kovulmak üzeredir. Duygu dünyasıysa tam bir kaostur. Aşıktır ama aşık olduğu erkek bir barmendir ve hiç şansı yoktur.

                   En etkileyici sahnelerden birisini ise Julianne Moore oynar. Parası için evlendiği kocası ölmek üzeredir ve sevineceği yerde vicdan azabıyla kıvranıp durur. Avukatından mirastan çıkartılmasını isteyecek kadar dengesi bozulmuştur üstelik. Çünkü önce parası için evlendiği kocasına artık aşıktır ve önceki davranışları nedeniyle-aldatmıştır-kendisini bir türlü affedemez. Kocası için yazdırdığı ilaçları arabasında içerek intihara kalkışması ise son noktadır.

                     Polisle karşılaşana kadar önüne gelen her erkekle düşüp kalkan eroin bağımlısı bir kadındır. Mutsuz olduğunu görürsünüz ve nedenini merak edersiniz. Babası tv yapımcısından nefret ediyordur ve mutsuzluğunun sebebinin o olduğunu öğrenirsiniz. Çünkü babasının tacizine uğradığını düşünür ve yoldan çıkmasının tek sebebi odur. Sıradan bir insan olmak için uğraşır, ama geçmişin peşini bırakmayacağını da biliyordur ve bu yüzden polisle olan randevusunda ağlayarak evine kaçar.

                      Bir hastabakıcı girer sonra araya… Baktığı kişi ondan oğlunu bulmasını istemiştir ama o nasıl bulacağını bilemez. Tevafuken aynı isme sahip ünlü bir şovmenin dergideki ürünlerinin satıldığı şirketi arayarak ona ulaşabileceğini düşünür. Adam son saatlerini yaşıyordur, acı içinde ve pişmanlıkla kıvranır, oğlunu ve karısını bıraktığı için ağlar, çünkü karısı da kendisi gibi kanserden bir başına ölmüştür.

                       Tv programcısı, kanser olduğunu öğrendiğinden itibaren iç dünyasına dönmüş ve derin bir muhasebe içinde bulmuştur kendisini. Tv programı esnasında bayılıp yere düşünce programı yarıda bırakıp eve çekilir. Karısından onu affetmesini ister. Şimdiye kadar yapmadığı bir şeyi yapar. Kızının neden ondan nefret etiğini ve onu defalarca aldattığını söyler. Karısı duyduklarıyla neye uğradığını şaşırsa da daha fazla aynı evde kalamayacağını söyleyip kızının evine gider.

                      Erkeklere kadınları etkilemenin yöntemlerini anlatan ünlü bir şovmendir. Kitapları ve seminerleriyle herkesin ilgisini çeken geçmişi pek de bilinmeyen başarılı ve mutlu bir insan olarak görülür. Ta ki bir röportaj esnasında geçmişini araştırıp gerçekleri ortaya çıkaran bir gazeteci ve babasının onu görmek istediğini söyleyen bir hastabakıcıdan telefon alana kadar… Geçmişiyle yüzleşen şovmenin trajedisi ve sakladığı hayat hikayesi birazcık da olsa aralanır.


                    Film, farklı hikayeleri barındırması sebebiyle bir manolyanın yaprakları gibidir: uzaklaştıkça ayrılsalar da, yaklaştıklarında hepsinin ortak bir paydası vardır. Özellikle ilk ve son sahne oldukça etkileyicidir ki, filmi unutsanız dahi o sahneleri bir türlü unutamazsınız.


                    İlk sahnedeki intihar eden gencin ölme sebebi ve son sahnede gökten kurbağa yağması ki burada da İncil’e gönderme olduğu söylenir. (Film boyunca 8:2 ye göndermenin İncil’de geçen bir kurbağa salgınına işaret ettiği ve kralın cezası nedeniyle halkın çektiği ceza burada babaların cezası nedeniyle çocukların cezasına döndüğü alt metinlerden birisi olarak karşımıza çıkar.)