Mary & Max

                      Siyah beyaz olan sadece film değil, karakterler ve onların şehirleri de aynı zamanda. Küçük bir çocuğun ve yaşlı bir adamın yalnızlığının hüznü de belki filme sinen karanlık. Yakının uzak, uzağınsa yakın olduğu bir modern zaman hikayesi - mektuplarla var olma çabası!





                     
               Alkolik bir anne ve kendi halinde bir babanın sekiz yaşındaki yalnız kızıdır Mary: Bir gün sıkıcı hayatına renk katmak için postanede bulduğu telefon rehberinden seçtiği Amerika’da oturan birine mektup yazar. Yazdığı kişi ise asperger sendromundan muzdarip yalnız, içine kapanık, şişman ve panik ataklar geçiren yaşlı bir adam olan Max’dir. Ve bundan sonra yıllarca sürecek bir mektup arkadaşlığı başlamış olur.








               

                       Mary ve Max’in dostluğunu izlerken yer yer hüzünleniyor, gülümsüyor, sarsılıyor ve bakakalıyorsunuz. Bitmesini istemediğiniz filmlerden birisi olarak hafızanıza kaydolunuyor. Mektup arkadaşlığına ucundan kıyısından bulaşan herkes gibi tanıdık karelerle geçmişe kısa bir yolculuk yapıyorsunuz aynı zamanda. Mektupla birlikte gönderilen ve alınan küçük hediyeler, heyecanlanmalar, bekleyişler, hayal kırıkları ve umut parçacıkları… İnsan izlerken şunu düşünmeden edemiyor. Bu kadar koyu bir film nasıl oluyorda bu kadar sıcak olabiliyor. Sanırım burada yönetmeni Adam Elliot’a hakkını vermek lazım.