allegro

                  Andrei Tarkovski’nin geçmiş bir tarihte zihinlere nakşettiği ‘zone’ gelecek bir zamanda Christoffer Boe tarafından farklı bir zone olarak bize gülümsüyor –o kadar karanlıktan sonra bunun biraz komik olacağının farkındayım da. Öyle ki Tarkovski’nin kullandığı renklere oranla burada tek bir renk hakim var dersek yanlış olmaz sanırım: Kara-msar bir zihin…


                   Filmi seyretmeye başladığımda bir yerden sonra o kadar koptum ki yok dedim bu saatten sonra kesinlikle izleyemem, ama başladığım şeyleri bitirme gibi bir zorunluluk içinde hissettirerek kendime sonuna kadar izledim ve iyi ki izlemişim dedim. İnsan neden kopuyor filmden? Olayın geçtiği yerin Danimarka olduğunu düşünürsek,  genlerden kaynaklı soğukluk, ister istemez, bir akdeniz insanını ilk saniyeden itibaren sıkmaya başlıyor. Ama daha sonra diyor ki insan iyi de onların senin gibi olmasını nasıl beklersin, hem çok çeşitlilik ve farklılık böyle bir şey değil mi zaten? İşte bu yüzden bir saatten sonra, aynı karanlık, aynı sokaklar, aynı yüzler, aynı müzik, aynı soğukluk sizi sıkmaktan çok sarmaya başlıyor.

                   "Allegro" yani Türkçesiyle “seni seviyorum diyememek” piyanist Zetterstrom’un öyküsü. İçine kapanık, piyanosundan başka dostu olmayan küçük Zetterstrom'un, ünlü piyanist Zetterstrom'un, sevgilisine seni seviyorum diyemeyen ve sonunda onu kaybeden Zetterstrom'un yolculuğunu anlatan kuzeylerden esen soğuk gibi içinize ürperti salan bir film. Daha çocukluktan itibaren mükemmeli arzulayan bir çocuk o, öyle ki arkadaşlarının arasına katılmak yerine dört elle piyanosuna sarılıyor ve kendisini tüm dünyadan soyutluyor. İnsanların arasına katılmak piyano çalarken bile acı veriyor ki bu yüzden piyanosunu çalarken ışıklar kapatılıyor. Her şeyden kaçtığını sanırken birden karşısına bir kadın çıkıyor ve tüm dengesini alt üst ediyor. Arada kalan Zetterstrom, küçüklükten itibaren aradığı sevgiyi bulduğunda bir seçim yapmak zorunda kalacağını biliyor mudur bilinmez ama o seçimini yapıyor ve yine tek başına devam ediyor yolculuğuna. Yüreğindeki acının dayanılmazlığını ise her şeyi unutarak alt etmeye çalışıyor. İçindeki yası, küçük kutulara koyarak kapatıyor ve böylece kurtulacağını sanıyor. Bir telefonla kaçtığı geçmişine tekrar dönmek zorunda kalacağını ise yaşayarak görüyor.

                     Eternal Sunshine vari bir film Allegro: gerçi birazcık daha karamsar bu film. İlk sahnelerde sevdiği kadının birden çekip gitmesine anlam veremiyorken ilerleyen sahnelerde neden olduğunu görüyorsunuz ki özellikle bir sahneyi hala çözemediğim için kıvranıp duruyorum. Şayet bu filmi izlerseniz özellikle sormak istediğim bir sahne var: olur mu? Nehir kenarında yürürken kadın bir soru soruyor: Seni seviyorum, biliyor musun? İşte bundan sonraki sahnede ne oluyor, filmde tam bir netliğe kavuşmasa da bilerek mi muğlak bırakıldı yoksa ben mi kaçırdım da göremedim o kısmı, bilmiyorum. Ondan sonraki sahnede yönetmen bize güzel bir atlatma taktiği uyguluyor sanki. Çünkü o sahneden sonra kadının tam olarak ne yaptığı bilinmiyor ve bize büyük bir soru işareti kalıyor.

                    Şimdiden izleyecek herkese iyi seyirler.