entelektüel haller-1

Kısa bir süre önce, bir TV kanalında, gazeteci yazar bir hanımefendi, Müslüman bir toplumda sorgulama yeteneğinin gelişmesini beklemenin nâfile olduğunu; çünkü İslâmiyet'in bireyi değil, cemaati hedef aldığını ifâde etti. Bu ifâde siyâsal bir tartışmayı doğurdu. Ben buna girecek değilim. Olayın beni ilgilendiren tarafı, entelektüel târih hakkında düşünmeyi kışkırtmasıdır. Doğrusu, bahse konu olan hanımefendinin ifâdesi bana, entelektüel târihin gidişâtı hakkında önemli bir ipucu olarak gözüktü.
Entelektüelin, modern dünyânın ürünü olduğunu biliyoruz. Anlambilimsel(semantik) olarak entelektüel, kendisini zihin işlerine adamış kişileri tanımlamaktadır. Zihin faaliyetlerinde bulunmak hayli eski bir faaliyettir. Fark, modern dünyânın, bu işleri özel bir ayrışmanın ve giderek ayrıcalığın konusu hâline getirmiş olmasıdır. Neden böyle oldu? Önce buna bir bakalım.
Sürecin öncelikle nesnel bir boyutu var: Biliyoruz ki, entelektüelin kültürel-araçsal sermâyesi kitaptır. Matbaa devrimi, kitabı ucuz bir emtia hâline getirdi. Kitâbî dünyâ hızla dünyevileşti. Zihinsel faaliyetler, yazılı ve basılı hâle geldi. Yâni hem nesneleşti, hem de ürünleşti. Bu, aslında maddî bir karşılığı da olan bir işbölümünün fonksiyonudur. Bahse konu olan işbölümünde kaçınılmaz olarak bilgiyi üreten üreten ve onu tüketen arasında bir ayırım yaşanmaktaydı. 'Okur-yazarlık' diye birleşik bir olgu olarak bildiğimiz olgu aslında, 'yazar ve okunurluk' olarak anlaşılmalıdır. Bu ilişki kendiliğinden etken-edilgen ayırımını doğurur. Entelektüel, yazarak varolur. Bu onu etken ve etkin kılar. Okumak ise, yazılanın tüketilmesi anlamında daha edilgin bir eylemdir.
19. yüzyıldan başlayarak kitabın hem üretimi, hem de okurluğu yaygınlaştı. Entelektüel, kentsel bir mekânda; içinde üretim ve tüketimin örgütlendiği; yığınlaşan, kalabalıklaşan bir toplumsal durumun içinde ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler, entelektüellerin yazdıklarının yazdıklarının okunma olasılığından daha fazla emin olmasını sağladı. Vurucu gelişme ise etkin-edilgin ayırımın, Foucault'nun üzerinde çok durduğu 'bilgi-iktidar' ilişkisine evrilmesidir. Bu ilişki zaman içinde; bilgi-iktidâr ilişkisinin farklı şekillerde yorumlandığı, entelektüellerin varoluşsal dünyâsını çeşitlendiren farklı hâllerin doğuşuna yol açtı. Şimdi bunlara bakalım.
İlk yaygın hâl, ya da konumlanmayı, 'üzerinde olmak' olarak nitelendiriyorum. Bilgiyi üreten, bilgiyi tüketenin üzerindedir. Bu, dikey (altimetrik) bir ilişkidir. Aslında buna ilişki demek bile nâfiledir. Çünkü bu konumlanmada üretim-tüketim ilişkisi bile neredeyse imkânsızdır. Entelektüeller hakikâti temsil eden bilgiyi üretirler, ama ahmak yığınlar onu anlamaktan (tüketmekten) yoksundur. Hakikât, onu üretenin elinde kalacaktır. İyi de, o zaman neden yazmaktadırlar? Bunu kendini ifâde etmek, gerçekleştirmek eylemi olarak görürler. Adres bâzen, gelecek zamanların hayâlî mükemmel okuyucuları olarak da tanımlanabilir. (Geleceğin arınmış mükemmel okuyucularını hedeflemek kimilerine diğerkamcı gözükebilir. Hâlbuki, entelektüelin gelecek kurgusu alabildiğine bencilcedir. Daha çok kendisini 'ölümsüzleştirmek' amacını perdeler). Aslında tiksinti verici kaba, bayağı ve câhil kalabalıkların varlığına olan inanç ne kadar koyu olursa, entelektüelin sofistikasyonları da o derecede keskinleşir. Sürecin en tırmanmış hâli, 'anlaşılmamak' için yazmaktır. Bahse konu olan ilişkilendirmenin psişik dünyâsının hayli karmaşık olduğunu ve üretim-tüketim dünyâsında trajik olarak ve çok taraflı olarak sado-mazoşizme evrildiğini düşünüyorum. 'Anlaşılmaz' olmak söylemde kahredici, ruhsal derinliklerde ise alabildiğine haz verici olabiliyor. Diğer taraftan anlaşılmaz olana tâlip olan sahte bir edebî kamusallık yaratabiliyor. Anlaşılmaz şeyler yazan birisini anlıyor izlenimini vermeyi tutkuyla sürdüren, böylelikle de edilgenlerin dünyâsında kendisince ayrıcalık sağlamaya çalışan tuhaf bir edebî kamusallık dâima varolmuştur. 
Devâm edeceğim....

SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN