entelektüel haller -2



Entelektüel hâllerden ikincisi ise 'önünde' olmaktır. Bu hâlin öncekinden farkı, daha yatay bir ilişkiyi ifâde etmesidir. Dolayısıyla, ilkine; yani 'yukarıda' olma hâline göre daha mâsum ve eşitlikçi görünebilir. Önde olmak, entelektüele 'yaratıcı' ilhamlar vermiştir. Her şeyden evvel, 'önde' olanlar, 'yukarıda' olanlara karşı bir iç hesaplaşmanın dayanaklarını elde eder. Seçkincilik reddedilmiş olur. Hâlbuki, yatay konumlanma seçkinciliği vesâyetçiliğe taşıyarak aşırılaştırır. Çünkü, câhil, yolsuz, yordamsız kitlelerin 'önünde' olmak, onlara 'öncü' olmanın da karinesini oluşturur.Literatürde seçkincilik ile hâlkçılık olarak tipleştirilen bu iki hâl, ilk nazarda çatışıyor gözükse de aslında kolayca birbirini ikâme eden, aralarındaki geçirgenliğin ve dönüşümün çok kolay olduğu hâllerdir. Öncülerin hâli aslında son derecede kırılgandır. Hayalkırıklığı, onları kolaylıkla seçkinci kılabilir. Nitekim entelektüel târih bunun sayısız örnekleriyle yüklüdür.

Okumanın erdemlerine dair güzellemeler bu durumu kolayca görmemize elveriyor. 'Okuyan yücelir ve aydınlanır' ifâdesi, entelektüel konumlanmaların da şifrelerini veriyor. Kitâbî kültürün hüküm sürdüğü zamanlarda bu ilişkileri kurmak görece mümkündü. Okuma-yazma sonradan ve entelektüel bir zorlamayla öğrenilen bir olgudur. Böyle olduğu için, okumayı-yazmayı öğrenme sürecini erken bitirerek kitâbî bir müktesebat elde etmiş olanları bunun dışında ya da gerisinde kalmış olanlar karşısında dâima imtiyazlı kılmaktaydı.
Varoluşsal olarak , 'üzerinde ' ya da 'önünde' olmak arasındaki fark, ilkinin bu durumu dondurup mutlaklaştırması, ikincisinin ise sözümona bunu demokratize etmek farkıdır. Hâlbuki, elde edilmiş bir farklılığın, bizzat onu elde etmiş olanlar tarafından kolaylıkla elden çıkarılabilir görülmesi, inandırıcı ve ikna edici değildir. Zaten entelektüel söylemde 'yücelme' ile 'derinleşme' birlikte telâffuz edilir. İlki ulaşılmazlığı, ikincisi ise saklanmayı ve sırlanmayı imliyor. Bu imlemeler ise duygusal olarak istenen ile içerilen arasındaki farkı kesinliyor. Herkesin entelektüel olduğu; zihnî şûbelerini açığa çıkarıp en yüksek kapasiteyle çalıştırdığı bir toplum tasavvuru nasıl bir şeydir acaba? Herkesin yüceldiği yerde aslında herkes yerinde sayıyor değil midir? Herkesin 'aydınlandığı' yerde körleşmek ve karanlığa gömülmek mukadder olmaz mı?
Kitâbî kültürün çözülmesi ve onun yerine bilişimsel becerinin geçmesi, entelektüel hâlleri derinden sarstı ve krize soktu. 'Homo faber' ya da 'homo artifex', 'homo sapiens'i kesin bir yenilgiye uğrattı. Eşitlik tam da burada gerçekleşti. Bu durumu entelektüel derinliklerin ya da yüceliklerin kaybı; daha kestirmeden söyleyelim; sığlaşma olarak görmek mümkündür. Zâten, mâkul olması gerekmez, ama tutunumlu bir eşitlik düşüncesi, kimin ne düzeyde başaracağı belli olmayan belirsiz yücelmelerde ve derinleşmelerde değil sığlaşmalarda takip edilmesi gereken bir fikirdir. Burada esas kaydedilmesi gereken, sığlaşmanın entelektüel dünyâyı da içermesidir. Entelektüeller sığlaştığından şikâyet ettikleri dünyâda sığlaşıyor. (Herkes bugüne kadar sığlaşmadan şikâyet eden en az bir sığı dinlemiştir). Bu sığlaşma, büyük ölçüde entelektüel stratejileri dönüştürüyor. En büyük kayıp ise târihsel düşünüşte ortaya çıkıyor. Bunun yerini yaygın bir güncelcilik (aktüalizm) alıyor. Daha da çarpıcı olan, kitâbî alan büzüşmesi ve entelektüel epistemoloji ve söylemin giderek şifâhileşmesidir. Meselâ konuşur gibi yazmak yaygınlaşıyor. Artık, entelektüelin ne yazdığından daha önemli olan, aykırılıklar ya da kaba genellemeler üzerinden ne söylediğidir.
Garip olan entelektüeller sığlaşan ve sığlaştıkları dünyâda eski iddialarından vazgeçmiş olmamalarıdır. Hâla kendilerini birilerinin üzerinde ve önünde hissetmeye devam ediyorlar. İddialarını sığlaşmanın içinde sürdürmeleri ise durumlarını grotesk kılıyor. İslâmiyet'in cemaatçi olduğu ve bireye yer vermediğini söyleyen gazeteci hanımefendinin durumu da budur...

SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN