bir düşün düşü




                          Sakın buradan bir yere ayrılma dedi annesi- tam elli yıl önce. Caminin avlusu şimdiki gibi sessizdi. Başını hafifçe öne eğen bebek fısıldarcasına, tamam anne! dedi kendisi de dahil kimsenin duymayacağı bir sesle. Nihayetinde ne kimse duydu ne de kimse gördü.

                          Ufacık bir bebekti buraya geldiğinde. Oysa şimdi… Kocaman bir adam olmuştu. Tam da burada, hiç sıkılmadan, yıllarca annesini bekledi –söz vermişti. Bir gün geri döneceğine o kadar inanıyordu ki! Umudunu hiç yitirmedi. Bir yere ayrılma demişti annesi, gelecekti. Doğrusu bu elli yılda ne kimse geldi ne de o bir yere gitti.

                          Tam elli yıl sonra annesini karşısında gördüğünde şaşkınlıktan bir süre öylece donup kaldı –gözlerine inanamadı. Elleriyle gözlerini ovuşturdu, derin derin nefes çekti içine, soğuk hava genzini yaksa da gözyaşlarının sebebi bu değildi. Anne, ne oldu böyle sana, dedi içinden. Onun yaşlanabileceğini hiç düşünmemişti. Hüznü işte oradaydı, annesi, neden hala duruyordu o zaman –yanına gidip onu kucaklamamak için zor tuttu kendini. Ama bir şey vardı. Onu durduran, canını sıkan, dahası ters giden bir şeyler sanki…

                         İliklerine kadar buza kesmişti bedeni. Nasıl dedi, bana benzeyen bir ikizim daha mı vardı? Annesinin hemen ardında tıpkı ona benzeyen bir adam… Birbirinin kopyası iki kardeş –ama şu kesindi: hayat onun üzerinde daha az oyun oynamıştı. Sesle birlikte gözü az önce gelen kalabalığa takıldı. Musalla taşının üstüne bırakılan tabut ve de resim… Şok üstüne şok!  Babası… Onu hiçbir zaman istememiş ve bu yüzden terk ettiği babası orada kıpırdamadan yatıyordu. Kafası karışmıştı. Demek ki babası geri dönmüştü. İyi ama o zaman annesi neden geri dönmemişti? İç sesi, içini karıştırmaya yetti. Anne demek istedi o zaman bunu bana neden yaptın? Neden tek başıma büyümeme izin verdin? Boğazı düğümlendi. Annesi tam onun karşısına gelmişti ki… Hıçkırdıkça hıçkırdı -gözleri yaşla dolmuştu.

                       Kadın, önüne çıkan saçı sakalı birbirine karışmış hırpani adama –sanki bir şey anlatmak ister gibiydi ama hiçbir şey söylemedi- tiksinerek baktıktan sonra yolunu değiştirdi. Ağladığını gördüğü dilenciye bir an acısa da –kim bilir ne sıkıntısı vardı- benim derdim bana yeter, dedi içinden.                 

                       Saçından neredeyse düşmekte olan şalı, düzelttikten sonra hemen arkasından gelen oğlunu bekledi ve onun koluna girdi. Çok bitkin hissediyordu kendini. Oğlu da olmasa ayakta duracak hali yoktu. Biliyor musun Düş, dedi oğluna, bundan tam elli yıl önce seni burada bırakıp gitmeyi düşündüm, baban bizi terk ettikten hemen sonra. Ama yapamadım. Ondan elli yıl sonra –yani şimdi- babanı burada bırakıyorum. Kocasının ölümünden ziyade –geri dönse de kocası onu hiç hiçbir zaman affetmedi- bu anıyı hatırlamak gözyaşlarının hoyratça artmasına neden oldu.

                      Hayali bile korkunçtu Düş, dedi kadın; düşünsene bir, şayet seni burada bıraksaydım kim bilir şu an ne halde olacaktın?